AB YOLUNDA 2000 yılına girdik. “Enflasyon Canavarı” dediğimiz somut kavramı çıktığı deliğe geri göndermeye çalıştık. Enflasyon oranı düşmeye başlayınca Avrupa Birliği’ne girmek söz konusu oldu. İşte bugüne dek süren macera böylece başlamış oldu.

Düzlüğe çıktık derken İMKB’nin ani düşüşüyle kriz patlak verdi. Bu yüzden serbest kur dalgalanmaya bırakıldı. İlk günü sakin geçen dolar, ertesi gün 1.000.000’u buldu. Markta peşinden koşmaya başladı. Ve yükselişi 1.400.000 TL. ye kadar sürdü. Haftalarca gündemde kalan ve de şimdi bile gündeme gelen PENTAGON saldırısı yani 11 Eylül olayları ortaya çıktı. Dolar,dünyanın her yerinde düşerken;bizde yükseldi ve 1.600.000 TL. yi gördü. Bir süre durakladı ve düşüşe geçti. 2002 yılına girilince AB ülkeleri EURO para birimine geçti. 2002 yılı Ocak ayı hedefi tutturuldu. Ama hala AB’ ye giremedik.
AB yolunda inişli-çıkışlı çok yol kat ettik. Avrupa Birliği’ne giremedik. Ve giremeyeceğiz gibi. Buna göre bir ülke, AB’ ye girmek için ne yapmalıdır?
Devleti yönetenler, akıllı, cesur ve ülkesini bilen biri olmalıdır. Halkını bilmeyen ülkesini yönetemez. Eğer bizim yöneticilerimiz akıllı olsaydı, AB’ ye çoktan girmiştik. Ülkedeki olumlu yolları çoktan kullanabilmiştik. Cesur yöneticilerimizde yok. Ayasofya meselesine bir hayır diyemedik. Sadece yöneticiler değil, halkta akıllı olmalıdır. Japonya, Avrupa ülkesi olsaydı, bir numara olurdu. Ayrıca yönetici nasılsa halkta öyledir. Birde ülkenin sanayileşme ve kentleşme durumu da önemlidir. 
Kentleşme diyince berbatız. Örneğin İstanbul. Büyük bir çarpıklaşma var. Sanayileştik;ancak, yer altı ve üstü zenginliklerimizi sanayi alanında kullanamıyoruz. Sanayileşme iyi olsa endüstrileşme de olacak.
AB, bütün bu her şeye dikkat ediyor. Eğer baştan a  şağı değişirsek düzeliriz. Ancak şunun altını çiziyorum:”Her yokuşun bir inişi vardır.”

 

Ersagun Elaçmaz'e bu araştırmasını sizlerle paylaştığı için teşekkür ediyoruz.