Atatürk ilkelerinin hala takip edildiğine inanıyor musun?
Evet hala izinden yürüyoruz
Hayır eskiye doğru gidiyoruz
Bilmem ki
 
  
 
 
   
Atatürk / Hayatı ve Kişiliği
 
Başkomutan
 
Bu önerge Meclis'in yetkilerini kullanma isteği sebebiyle bazı itirazlara sebep oldu. Ancak durum olağanüstü bir durumdu ve ölüm kalım mücadelesi gibi olağanüstü şartlar konuşuyordu. Bu şartlar içinde Mustafa Kemal Paşa tarafından kabul edilen görev gerçekten çok büyük ve önemli diğer bir ifade ile Türk milletinin mukadderatı ile ilgili idi. Düşman karşısındaki cephede vakit geçirmeksizin en seri en doğru kararları verebilmek ancak Meclis'in yetkilerini anında kullanmakla mümkündü. Esasen Atatürk de bu olağanüstü şartlara rağmen söz konusu yetkinin 3 ayla sınırlı kalmasını istemekle millî iradeye olan sarsılmaz saygısını gösteriyordu. Nihayet Meclis bu isteğinde kendisini haklı gördü. Görüşmeler sonucu 5 Ağustos 1921 günü "Mustafa Kemal Paşa'ya 3 ay süre ile askerliğe ait hususlarda Meclis'in yetkilerini kullanmak koşuluyla Başkomutanlık tevcih eden Kanun Büyük Millet Meclisi'nde oybirliği ile kabul edildi. Kanunda şu sözlere yer veriliyordu: "Millet ve memleketin mukadderatına bilfiil el koyan yegane yüce kuvvet olan Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkomutanlık füli vazifesine kendi reisi Mustafa Kemal Paşa'yı memur etmiştir. Başkomutan ordunun maddî ve manevî kuvvetini artırma ve yönetimini bir kat daha kuvvetlendirme hususunda Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin buna ait salâhiyetini Meclis namına fülen kullanmaya yetkilidir. Bu sıfat ve salâhiyet üç ay müddetle sınırlıdır. Meclis lüzum gördüğü takdirde bu müddetin bitiminden evvel dahi bu sıfat ve salâhiyeti kaldırabilir."
Başkomutanlık verilişinden sonra Mustafa Kemal Paşa kürsüye geldi. Memleketin düşman istilâsından kurtarılacağına dair sarsılmaz inancını bir kere daha ifade ederek Meclis'e şu teminatı verdi: "Efendiler! Zavallı milletimizi esir etmek isteyen düşmanları Allahın yardımıyla behemehal mağlûp edeceğimize dair olan emniyet ve itimadım bir dakika olsun sarsılmamıştır. Bu dakikada bu kesin inancımı yüksek heyetinize karşı bütün millete karşı ve bütün âleme karşı ilân ederim." Başkomutan aynı gün ordu ve millete de bir bildiri yayımladı. Bu bildiride de şu cümleler yer alıyordu: ".... Bana bu vazifeyi tevdi etmiş olan Meclis ve bu Meclis'te beliren milletin kesin iradesi hareket tarzımın mihrakını teşkil edecektir. Hiçbir sebep ve suretle değiştirilmesine imkân omayan bu kesin irade her ne olursa olsun düşman ordusunu imha etmek ve bütün Yunanistan'ın silâhlı kuvvetlerinden oluşan bu orduyu anayurdumuzun mukaddes ocağında boğarak kurtuluşa ve bağımsızlığa kavuşmaktır. "
Başkomutan artık plânını yapmış ve kesin şekilde uygulamaya başlamıştır. Hedef muvaffakiyete götürecek bütün tedbirleri en kısa zamanda almaktır. Bu amaçla 7 ve 8 Ağustos 1921 günleri kendi imzasıyla 10 adet "Tekâlif-i Milliye" yani "Millî Vergi" emri yayımladı. Bu emirler gereği her ilçede bir "Millî Vergi Komisyonu" kuruluyordu. Her evden ordunun ihtiyacı için bir kat çamaşır bir çift çorap bir çift çarık isteniyordu. Ordunun malzeme ihtiyacı için tüccarın elinde bulunan stoklardarı yüzde kırkına parası zaferden sonra ödenmek üzere el konuluyordu. Herkes hububat hayvan ve yem bakımından stoklarının yüzde 40'ını yine parası sonradan ödenmek üzere orduya verecekti. Halkın elinde bulunan savaşa elverişli bütün silâh ve cephane 3 gün içinde ordu ambarına teslim edecekti. Memleketteki demircilerin dökümcülerin marangozların sanayi imalâthanelerinin listesi çıkacak ve sahiplerinin isimleri belirlenecekti. Böylece bütün memleket gelecekteki zafer için olağanüstü bir seferberliğe davet e dilmişti. Artık millet ve ordu el eleidi ve topyekûn bix harp başlatılmıştı.
Başkomutan bu acil tedbirleri aldıktan sonra 12 Ağustos 1921 günü Ankara'dan hareketle Polatlı'daki Cephe Karargâhına geldi. Artık Mustafa Kemal Paşa cephede ve fülen Türk ordusunun başında idi.
Şimdi 1921 yılı Ağustos başlarındayız. Yunan ordusu 13 Ağustos 1921 günü Sakarya'daki Türk mevzilerine doğru yeniden ileri harekâta başladı. 15 Ağustos 1921 günü Yunan Kralı Konstantin ordularına "Ankara'ya!" emrini verdi. Durmaksızın ilerleyen Yunanlılar birçok şehir ve kasabalarımızı işgal ederek sonunda Sakarya'daki savunma hattımıza dayandılar.
23 Ağustos 1921 günü Yunan ordusunun taarruzu ile Sakarya Meydan Muharebesi başladı. Bütün cephe boyunca taarruz ve karşı taarruzlarla çok şiddetli muharebeler oldu. Yunan taarruzu bir çok yerde kıtalarımız tarafından düşmana ağır zayiat verdirilerek durduruldu. Ancak takviyeli Yunan kuvvetlerinin önemli mevzilerimizi ele geçirdikleri Poiatlı'ya kadar yaklaştıkları top seslerinin Ankara'dan duyulduğu zamanlar oldu. Türk mevzileri bir çok noktada yarılmasına rağmen her nokta inatla savunuluyor kaybedilen her hattın gerisinde yeni bir savunma hattı oluşturuluyor böylece düşmanın ilerlemesine imkân verilmiyordu. Zira Başkomutan savaş stratejisi için şu formülü koymuştu: "Hatt-ı müdafaa yoktur sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz. Onun için küçük büyük her birlik bulunduğu mevziden atılabilir. Fakat küçük büyük her birlik ilk durabildiği noktada tekrar düşmana karşı cephe teşkil edip muharebeye devam eder. Yanındaki birliğin çekilmek zorunda kaldığını gören birlikler oria tâbi olamaz. Bulunduğu mevzide sonuna kadar dayanmağa ve mukavemete mecburdur".

Başkomutanın ortaya koyduğu harp yönetimi bakımından büyük önem taşıyan bu kural Sakarya'da aynen uygulanmış ve mukaddes vatan toprakları her kaybedilen hattın gerisinde vakit geçirmeksizin yeniden bir hat teşkili suretiyle sonuna kadar savunulmuştur. Düşman aştığı her tepenin ardında "Ankara var!" hulyasıyla harp ediyor Mustafa Kemal Paşa ise Yunan kuvvetlerini son darbeyi indireceği yere memleketin harim-i ismetine çekiyordu. Nihayet düşmanın taarruz gücü ilerleme kuvvet ve kudreti gittikçe tükenmeye başladı. Yunan birlikleri ana mevzilerinden çök uzaklaşmış gerçekten Türklerin harim-i ismetine düşmüştü. Artık taarruz sırası Türklerindi. 10 Eylül 1921 günü başlayan karşı taarruzumuzla düşmana ağır zayiat verdirilmiş bu taarruz sonucu Yunanlılar batıya doğru çekilmeye başlamıştı. Bütün savaş boyunca cepheden ayrılmayan Başkomutan Mustafa Kemal Paşa zaman zaman da en ileri meyzilerde görürimüş hatta ateş hattına girmişti. Başkomutanın en ileri hatta taarruz eden kıtaların yanında görülmesi ve muharebeyi ateş hattında bizzat takip edişi şüphesiz ki subay ve erlerimizin maneviyatları üzerinde büyük tesir yaptı.
"Sakarya Meydan Muharebesi" adını alan bu büyük ve kanlı savaş 22 gün 22 gece devam etmiş ve nihayet 13 Eylül 1921 günü düşman Sakarya Nehri'nin doğusunda tamamen imha edilerek büyük bir zafer kazanılmıştı. Bu anlamlı ve büyük başarı üzerine 19 Eylül 1921 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Başkomutan Mustafa Kemal Paşa'ya Kanunla Müşir (Mareşal) rütbesi ve "Gazi" unvanı verildi. Sakarya Zaferinin sonuçları siyasî alanda da kendisini gösterdi. 13 Ekim 1921'de Kafkas Cumhuriyetleri ile Kars Antlaşması 20 Ekim 1921'de Fransızlarla Ankara Antlaşması imzalandı.
Sakarya Meydan Muharebesinden sonra mağlup Yunanlılar Afyon-Eskişehir hattına kadar çekilmişler bu bölgede mevzilerini kuvvetlendirmek önemli yerleri tel örgülerle takviye etmek suretiyle savunmada kalmışlardi. Düşmanın bu geniş hat üzerinde üç kolordusu bulunuyordu.

Yunanlıların tutundukları bu son mevzilerden de atılmaları Türk ordusunun kesin sonuçlu bir muharebeyi kazanmasına gerek gösteriyordu. Ancak bu suretle düşmanın Anadolu'dan tamamen çıkartılması mümkün olabilecekti. Diğer taraftan gerek Yunanlılar gerekse İngilizler mevsimin ilerlemiş olduğu Türk hükûmetinin içinde bulunduğu güçlükler ve Anadolu'daki ekonomik durumun ağırlığı sebebiyle Türk ordusunun genel bir taarruzunu imkânsız görüyorlar; ordumuzun bir süre daha dayandıktan sonra ister istemez barış isteğinde bulunacağını hesaplıyorlardı. Bu sebeple kendileri barışa yanaşmıyorlar işgal ettikleri toprakları ellerinde bulundurarak vakit kazanmak suretiyle daha kârlı çıkmayı amaçlıyorlardı.
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ise düşmanın hayal ürünü bu hesaplarının dışında taarruz hazırlıklarını sürdürmek suretiyle gerçekçi bir yol izliyor; ancak taarruzun zamanını ve şeklini son derece gizli tutuyordu. Çünkü Atatürk'e göre "Yarım hazırlıkla yarım tedbirlerle yapılacak taarruz hiç taarruz etmemekten daha kötü idi". Nihayet eldeki bütün imkânlar kullanılarak memleketin maddî ve mânevî bütün güçleri seferber edilerek taarruz zamanının geldiğine karar verildi. Ama yine de Yunanlılar asker sayısı araç ve gereç yönünden üstünlüklerini korumakta idiler.
Başkomutan tarafından en ince ayrıntılarına kadar hazırlanan Büyük Taarruz ve onu izleyecek meydan muharebesi planı 27/28 Temmuz 1922 gecesi Akşehir'e çağrılan ordu komutanlarına açıklandı. Onların da görüşleri alınarak Batı Cephesi Ordularına 6 Ağustos 1922'de gizli olarak "taarruza hazırlık" emri verildi.
Büyük taarruz planı gerçekten dâhiyane dâhiyane olduğu kadar da cüretli ve tehlikeli idi. Zira ku.vvetlerimizin hemen tamamı taarruzun siklet merkezi olarak kabul edilen Afyon-Konya demiryolunun güneyine kaydırılmış başka cephelere kuvvet ayırma hususu ister istemez ikinci planda düşünülmüştü. Bunun sonucu olarak Eskişehir-Ankara istikameti açık denecek bir durumda bırakılmıştı. Keza cephenin ağırlık merkezi olarak kabul edilen bölgenin arkası da göller bölgesine dayanıyordu. Başarısızlık halin- de bu bölgede savaşan l. Ordu'nun akıbeti kritikleşebilirdi.29/2
Bu plan ancak büyük komutanların sevk ve idaresinde başarıya ulaşabilirdi ve bütün riskleri etkisiz kılacak faktör ne pahasına olursa olsun mağlup olmamak kararı idi. Gerçekten de öyle oldu.
26 Ağustos 1922 sabahı saat 5.30 da topçularımızın ateşiyle Kocatepe'den Büyük Türk Taarruzu başladı. Başkomutan da bu esnada Kocatepe'de bulunııyordu. Taarruz kısa sürede Afyon Konya demiryolu hattı boyunca başarılı bir şekilde gelişti. Bu hattın güneyinden I. Ordu kuzeyinden II. Ordu taarruz ediyordu. Ancak cephenin ağırlık merkezi I. Ordu bölgesinde toplanmıştı.
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa'nın büyük bir basiretle ateş hattında yönettiği bu taarruzda ordumuzun Genelkurmay Başkanlığını Fevzi (Çakmak) Paşa Batı Cephesi Komutanlığını İsmet Paşa üstlenmişti. I. Ordu'ya Nurettin Paşa II. Ordu'ya Yakup Şevki Paşa Süvari Kolordusu'na da Fahrettin (Altay) Paşa komuta ediyordu.

Süratli taarruz sonucu 26/27 Ağustos gecesi Yunan ordusunun bir çok mevzü düşürüldü. Ani baskın şeklinde gelişen bu taarruz karşısında şaşıran Yunanlılar çekilmeye başladı. 27 Ağustos 1922'de ordumuz düşman işgalindeki Afyon'a girdi. Türk ordusunun bu ilerleyişi karşısında Yunan ordusu Dumlupınar mevzilerine çekilme kararı aldı. Kuvvetlerimiz 29 Ağustos günü de Dumlupınar mevzilerine taarruza başladı. 30 Ağustos günü Dumlupınar bölgesinde 200.000 kişilik Yunan ordusu tamamen kuşatılmıştı. "Başkomutan Meydan Muharebesi" adını alan bugünkü savaşta düşmanın büyük kısmı imha edildi. Bu gece Kütahya da ordumuz tarafından kurtarılmış bulunuyordu.
Ancak mağlup düşmanın çekilme yollarının da kesilmesi ve İzmir doğrultusunda aralıksız takibi gerekiyordu. Başkomutan 1 Eylül 1922 günü komutası altındaki kuvvetlere: "Ordular! İlk hedefiniz Akdenizdir ileri!" emrini verdi.
Son süratle İzmir yönünde ilerleyen kuvvetlerimiz 1 Eylül' de Uşak'ı 2 Eylül'de Eskişehir'i 3 EyIül'de Nazilli Simav Salihli Alaşehir ve Gördes'i 6 Eylül'de Balıkesir ve Bilecik'i 7 Eylül' de Aydın'ı 8 Eylül'de de Manisa'yı kurtardılar. Bu takip esnasında l. Yunan Ordusu Komutanı General Trikopis ile 2. Yunan Ordusu Komutanı General Diyenis ve bir kısım yüksek rütbeli Yunan subayları esir alındılar. Nihayet Türk birlikleri 9 Eylül 1922 sabahı İzmir'e ulaştılar. Bu sabah Kadifekale'de Türk bayrağı dalgalanıyordu. Artık Anadolu 4 yıl süren düşman istilâsından düşman işgalinden kurtarılmış "Türkiye Türklerindir!" gerçeği bir kere daha gözler önüne serilmişti.

Mondros Mütarekesiyle başlatılan ve Sevr Antlaşmasıyla gerçekleştirildiği zannedilen Türk milletini Anadolu topraklarından çıkarmak ve tarihten silmek isteyen korkunç ve hain zihniyete karşı milletimizin maddî ve manevî bütün güç kaynaklarını seferber ederek kazandığı bu büyük zaferler Atatürk'ün ifadesi ile tek bir amaca yönelikti: "Kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak!" Atatürk diyor ki: "Hiç bir zafer gaye değildir. Zafer ancak kendisinden daha büyük bir gayeyi elde etmek için gereken vasıtadır. Gaye fikirdir. Zafer bir fikrin elde edilişine hizmeti nispetinde kıymet ifade eder. Bir fikrin elde edilişine dayannıayan bir zafer ömürlü olamaz. O boş bir gayrettir. Her biiyült meydan muharebesinden her büyük zaferin kazanılmasından sonra yeni bir âlem doğmalıdır doğar. Yoksa başlı başına zafer boşa gitmiş bir gayret olur".