Atatürk ilkelerinin hala takip edildiğine inanıyor musun?
Evet hala izinden yürüyoruz
Hayır eskiye doğru gidiyoruz
Bilmem ki
 
  
 
 
   
Atatürk / Hayatı ve Kişiliği
 
Gelecek İçin Planlar
 
Büyük Türk zaferinden sonra da Türk milleti için yeni bir âlem doğmuş; çağdaş demokratik ve lâik Türk devletinin kuruluşuna uzanacak olan bütün yollar açılmıştı. Bu sebepledir ki memleketi düşman istilâsından temizleyen büyük askerî zaferleri takiben bu başarıların semerelerini toplamak üzere siyasî faaliyetlere önem verildi. 11 Ekim 1922'de İtilâf devletleriy:e imzalanan Mudanya Mütarekesi ile silâhlar bırakıldı; Türk ve Yunan kuvvetleri arasındaki çarpışma(lara son verildi. Yine bu anlaşmaya göre Edirne'yi de içine almak üzere Doğu Trakya'nın Yunanlılar tarafından tahliyesi kabul edildi; İstanbul ve boğazlar bazı kayıtlarla idaremize bırakıldı.
1 Kasım 1922'de Türkiye Büyük Millet Meclisi kcararı ile saltanatla hilâfet birbirinden ayrılarak saltanat kaldırıldı. O gün Mustafa Kemal Paşa Meclis kürsüsünden şunları söylemişti: "Millet mukadderatını doğrudan doğruya eline aldı ve millî saltanat ve hâkimiyetini bir şâhısta değil bütün fertleri tarafından seçilmiş vekillerden oluşan bir Meclis-i Âli'de temsil etti. İşte o Meclis Meclis-i Âli'nizdir; Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir. Milletin saltanat ve hâkimiyet makamı yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir". Meclis'in bu tarihî kararı üzerine Vahdettin bir İngiliz harp gemisiyle yurt dışına kaçtı.

Artık sıra barış görüşmelerine gelmişti. Lozan Barış Konferansı 20 Kasım 1922 günü toplandı. Aylarca süren zaman zaman da çok çetinleşen bu görüşmelerde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetini -Mudanya görüşmelerinde olduğu gibi- İsmet (İnönü) Paşa temsil ediyordu. Nihayet 24 Temmuz 1923 günü antlaşma imzalandı. Bu antlaşma ile yeni Türkiye Devleti'nin bağımsızlığı bütün dünyaca onaylanıyor millî sınırlarımız çiziliyor Ekonomik alanda Osmanlılar devrinden kalma eski pürüzler temizlenerek kapitülâsyonlar kaldırılıyordu. Diplomasi alanında kazanılan bu sonuç gerçekten çok önemliydi. Zira bu antlaşma Atatürk'ün ifadesiyle "Türk milleti aleyhine asırlardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşmasıyla tamamlandığı zannedilmiş büyük bir suikastın yıkılışını ifade eden bir vesika" idi. "Bu sebeple Osmanlı devrine ait tarihte benzeri görülmemiş bir siyasî zafer eseri idi".
13 Ekim 1923'de Ankara Büyük Millet Meclisi kararı ile Türkiye Devleti'nin Hükûmet Merkezi oldu. Artık mevcut yönetimin isminin de açıkça ifadesi ve ilânı gerekiyordu. Nihayet 29 Ekim 1923 akşamı -yapıları bir Anayasa değişikliği ile - Cumhuriyet ilân olundu. Milletvekilleri bu büyük olayı ayakta "Yaşasın Cumhuriyet!" sesleriyle kutladılar. Bu sonucu takiben Cumhurbaşkanlığı seçimine geçildi. Ankara Milletvekili Mustafa Kemal Paşa oybirliği ile Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk Cumhurbaşkanı seçildi.
Cumhuriyetin ilânı i1e gerçekleşen bu büyük inkılâbın yanı sıra devlet örgütü ve toplum yönetiminin de çağdaş devlet anlayışına uygun olarak lâikleşmesi gerekiyordu. Böyle bir anlayış içinde halifeli Cumhuriyet söz konusu olamazdı. Bu sebeple 3 Mart 1924'te artık hiçbir lüzumu kalmayan aksine zararlı bir kuruluş halini almış bulunan halifelik de kaldırıldı ve son halifeyle beraber Osmanlı hanedanı yurt dışına çıkarıldı.

Artık devletin modern bir şekil alması ve milletin çağdaş uygarlık seviyesine en kısa zamanda erişebilmesi yolunda büyük inkılâplar birbirini takibe başladı. Bu devre esnasında şapka ve kıyafet inkılâplari yapıldı. Halkı uyuşukluğa sevkederek her türlü hayat enerjisini yokeden tekkeler zaviyeler türbeler kapatıldı; Şeriye ve Evkaf Vekâleti kaldirıldı. Lâik devlet prensibi kabul edilerek din ve devlet işleri kesin olarak birbirinden ayrıldı. Hukuk alanında şeriye mahkemeleri ve Mecelle kaldırılarak Türk Medenî Kanunu'yla beraber birçok yeni kânunlar kabul edildi. İlim ve kültür işlerine büyük önem verildi; Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu kurularak Türk tarihi ve Türk dili üzerinde çalışmalar yapıldı. Medreseler kapatılarak çağdaş kültürü benimseyen Cumhuriyet okulları açıldı. Eğitim ve öğretimde lâik ve millî bir yol takip edildi. Atatürk'ün en büyük eserlerinden biri olan harf inkılâbı meydana geldi; Arap harfleri terk edilerek Lâtin harfleri esasına dayanan Türk alfabesi yapıldı. Üniversite'de de büyük bir reform gerçekleştirilerek ona çağdaş bir görünüm kazandırıldı; bu arada ihtiyaç duyulan çeşitli fakülteler ve kürsüler açıldı. Uluslararası takvim saat ve rakamlar kabul edildi. Kadın hukukunda reform yapıÎarak Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı tanındı. Ekonomik hareketlere önem.verildi. 1923 yılında Türkiye'de ilk defa olarak bir İktisat Kongresi toplanarak memleketin ekonomik problemleri görüşüldü. Ziraî faaliyetler genişletildi; ticaret ve millî sanayi geliştirildi. Sağlık işlerine önem verildi. Güçlü bir ordu kuruldu. Yeni Türkiye Devleti'nin temeli olan bütün bu inkılâplara "Atatürk İnkılâpları" adı verildi. İnkılâpların memlekette daha süratle ve daha sağlam yerleşmesi için bütün Türk halkını içine almak üzere Cumhuriyet Halk Partisi tegkil edildi. Cumhuriyetçilik milliyetçilik halkçılık devletçilik lâiklik ve inkılâpçılık Türkiye siyasetinin ilkeleri olarak kabul edildi.
Milleti çağdaş uygarlığa götüren bu zorunlu gidiş karşısında muhalefeti teşkil eden fakat bir kolu da tutuculuğa ve gericiliğe dayanan bir grup tedirgin oldu. Politik sahada da kendilerine temsilciler bulan bu grup bütün bu gidişten Atatürk'ü sorumlu tuttukları için ona birkaç suikast girişiminde bulundularsa da muvaffak olamadılar ve millet tarafından tel'in edildiler.

Mustafa Kemal inkılâpların büyük kısmını başardıktan sonra Türk bağımsızlık mücadelesini ve yeni Türkiye'nin kuruluşunu anlatan büyük Nutkunu yazdı. Bunu 1927 yılında Parti Kongresinde altı gün devam eden büyüleyici hitabetiyle okudu. Değerli tahlil ve tenkitlerle dolu olan bu eser Türk tarihinin olduğu kadar Türk edebiyatının da ölmez eserleri arasında yer aldı.
Büyük Önder kurtuluştan sonra memleketi baştan başa dolaşarak halka inkılâpların ve yeni Türk Devleti'nin ideolojisini anlattı. 1934 senesinde Meclis özel bir kanunla kendisine "ATATÜRK" soyadını verdi. Son senelerinde bitmeyen bir heyecanla Hatay' ın anavatana ilhakına galıştı. Kendisinde mevcut karaciğer kifayetsizliği zamanla ağırlaştı; son günlprini hasta ve rahatsız olarak geçirdi. 10 Kasım 1938 perşembe güxıü saat dokuzu beş geçe Dolmabahçe Sarayı'nda hayata gözlerini kapadı. Ölümü bütün dünyada derin akisler yaptı ve büyük üzüntü yarattı.
Atatürk'ün na'şı tahnit edilerek Dolmabahçe Sarayı salonunda özel bir katafalk'a yerleştirildi. Türk bayrağına sarılı ve başında silâh arkadaşlarının nöbet tuttuğu mukaddes tabut üç gün müddetle milletin ziyaretine bırakıldı. Na'şı bilâhere 20 Kasım'da Ankara'ya getirildi. 21 Kasım'da büyük törenle Etnoğrafya müzesindeki geçici kabrine kondu. Cenaze törenine bütün dünya devletleri özel temsilciler gönderdi. Çanakkale'de ve diğer muharebelerde ona karşı savaşmış yabancı generaller törende bilhassa dikkati çekiyordu.10 Kasım 1953'te na'şı Etnografya müzesinden alınarak muhteşem bir törenle Anıtkabir'e nakledildi.

ATATÜRK'ÜN ÜSTÜN KİŞİLİĞİ
Atatürk Millî Mücadele'de millî birliği temin eden eşsiz bir lider muharebe meydanlarında efsanevî bir kumandan devlet kuran büyük siyaset ada·mı milletin çehresini değiştiren kûdretli bir inkılâpçıdır. Bu vasıflarıyla insanlık tarihinin tanıdığı en büyük adamlardan biri olduğunda şüphe yoktur. Kahramanlık ve yüksek insanlık meziyetlerini en yüksek seviyede taşıdığında dünya tarihçileri ve fikir adamları tereddütsüz birleşmektedir. Tarihin büyük tanıdığı şahsiyetlerle mukayesesi yapıldığı zaman türlü bakımlardan bariz üstünlükleri göze çarpmaktadır. Bir kere bütün bu dehalara üstün tarafı hem fikir hem hareket adamı oluşudur. O fikri ve hareketi kişiliğinde birleştirmiş bir lider idi. Fikir ve düşüncelerinin özünü oluşturan Atatürkçülük her türlü dogmatik unsurdan sıyrılmış akılcı bir dünya görüşüdür. Memleket gerçeklerinden kaynaklanan problemler karşısında aklın ve ilmin rehberliğini kabul eden bu gerçekçi görüş gerek Türk Bağımsızlık Savaşı'nın gerekse onu izleyen Türk çağdaşlaşma hareketi'nin esasını oluşturmaktadır.
Atatürk milletin tarihî seyrini değiştirebilecek üstün meziyetleri sayesinde memleketi askerî ve siyasî zaferlerle uçurumun kenarından kurtarmıştır. Dünya tarihirıde her türlü imkânsızlığa rağmen inandığı fikri tatbik sahasına dökmüş. "Ya istiklâl ya ölüm!" parolası ile bir Millî Mücadele kazanınış arkasından yepyeni hüviyette bir çağdaş millet ve devlet yaratmış adam azdır. İçinde bulunduğu şartları değerlendirmede engelleri ortadan kaldırmada gösterdiği büyük başarı Atatürk'ün ayrı bir özelliğini teşki1 etmektedir. Diyebiliriz ki Atatürk Türk toplumunda sadece çağdaşlaşma gereğini gördüğü için değil bu çağdaşlaşmayı en kısa zamanda gerçekleştirecek yolu gösterdiği için ve nihayet çağdaşlaşmaya engel olan etkenleri cesaretle bertaraf ettiği için büyüktür. Esasen "Modern Türkiye'nin Kurucusu" sıfatını da işte bu büyüklüğünden almaktadır.
Büyük Nutkun sonlarında Türk gençliğine hitaben çizdiği tablo aslında kendisi mücadeleye atıldığı zaman memleketin içinde bulunduğu tablodur. Atatürk en güç şartlar altında bile herşeyin bitti zannedildiği bir zamanda bile Türk milletine güven hissinin kaybolmaması gerektiği gerçeğirri eseriyle ispatlamış bir millî kahramandır; onun için sembol olmuştur onun için bayrak olmuştur.

Atatürk gerçeğin adamıdır; sağduyunun ve ince görüşün adamıdır. Nerde ne yaptı neye karar verdi ise daima en iyisini yapmış en hayırlısına karar vermiştir. Halkın eğilimlerini çok iyi sezen ve ruhlara sızmasını bilen usta inkılâpçılığı sayesindedir ki müşterek arzu ve eğilimler kolayca millî ülkü haline gelebilmiştir. Giriştiği mücadelenin başından sonuna kadar Türk milletinin yüksek vasıflarına güvenmiş kazanılan her türlü zaferin milletin eseri olduğunu söylemiştir. Bütün teşebbüslerinde millet sevgisine dayanmış kudretli kişiliği ve gerçeği sezişe dayanan ikna kuvvetiyle kütleleri sürükleyebilecek bir lider olduğunu göstermiştir. Millî kurtuluşa bayrak olan fikirleri görüşleri ve ölmez eseriyle tesirleri memleket sınırlarını aşmış mazlum milletlerin bağımsızlık ve hürriyet mücadelesinde manevî kuvvet olmuştur.
Atatürk yaratıcısı yapıcısı olduğu "Türk İnkılâbı"nı ifade ederken: "Bu inkılâp yüksek bir insanî ülkü i1e birleşmiş vatanperverlik eseridir. Çocuklarına bütün güzellikleri ve bütün büyüklükleri görmek ve aynı zamanda bütün sefaletlere acımak sanatını öğretmektedir" diyordu. Kendisi de yarattığı inkılâbın imanlı bir yapıcısı sıfatıyla bütün dünyaya açık yürekle samimiyetle ve dostlukla bakıyordu. Gerçekten "Ne Mutlu Türküm diyene!" vecizesiyle kalplere millî iman perçinleyen Atatürk aynı zamanda insanlık idealinin ve insan sevgisinin de sembolü idi. Yabancıların "Düşmanlarınız kimlerdir?" sorusuna "Biz kimsenin düşmanı değiliz; yalnız insanılığın düşmanı olanların düşmanıyız!" cevabını veriyordu. İşte bu insancıl yönü iledir ki tamamen millî nitelik taşıyan "Atatürk İnkılâbı" aynı zamanda bütün insanlığın hayranlığını da üzerinde toplamaktadır.

Atatürk'ün insanlık değerlerine içten ve büyük saygısı vardı. O bütün insanlığın asırlar boyu övdüğü ııe övündüğü meziyetleri üstün kişiliğinde toplamıştı. Hayatı boyunca gösterdiği davranışlar bu meziyetleri sergiliyordu. Şöyle ki:
-Muzaffer Başkomutan olarak İzmir'e girdiği gün önüne serilen düşman bayrağını "Bayrak bir milletin bağımsızlık alâmetidir; düşmanın da olsa saygı göstermek gerekir!" diyerek onu yerden kaldırtan
-Bir milleti hürYiyet ve bağımsızlığa kavuşturan büyük eserinin haşmeti karşısında memleketin büyük sanatkârları şairleri tiyatro sanatçıları elini öpmek istedikleri zaman "Sanatkâr el öpmez; sanatkârın eli öpülür!" cevabını veren
-Çanakkale'de kendisine karşı savaşırken bir kolunu kaybeden ünlü Fransız Generali Gouraud'ya yıllar sonra Ankara'da karşılaştıkları zaman -Generalin boş kolunu. işaret ederek- : "Türk topraklarında yatan şerefli kolunuz memleketlerimiz arasında son derece kıymetli bir bağdır!"diyen
- Çanakkale şehitleri törenine konuşma yapmak üzere giden bir Bakanına harpte ölen diğer millet askerleri için de: "Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur içinde uyuyunuz!" diye not yazdıran
- Mısır elçisine bir sabah Çankaya sırtlarından doğmakta olan güneşi göstererek: "Doğudan şimdi doğacak olan güneşe bakınız! Şu anda günün ağardığını nasıl görüyorsam uzaktan bütün doğu milletlerinin de uyanışını öyle görüyorum. Bağımsızlık ve hürriyetine kavuşacak daha çok kardeş millet vardır. Bu milletler bütün güçlüklere bütün engellere rağmen mânileri yenecekler ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır. Müstemlekecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerini milletler arasında hiç bir renk din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir âhenk ve işbirliği çağı alacaktır!"
-
Diyen Büyük Atatürk gerçekten insan sevgisinin ve insanlık idealinin kolay erişilemeyecek bir örneği idi. Bu davranışlar belki de insanlık tarihinde eşi olmayan şeylerdi ve O'nun büyüklüğünü O'nun genişliğini O'nun engin hoşgörüsünü simgeliyordu.
"Yurtta barış cihanda barış" için çalışmak Atatürk için dünyamızda yaşayan bütün insanları birbirine daha çok yaklaştırmak daha çok sevdirmek yolundaki çabaların bir parçası idi. O "İnsan herşeyden önce mensup olduğu milletin varlığı ve mutluluğu için çalışmalı; fakat başka milletlerin de huzur ve refahıni düşünmelidir" derken işte bu çabasını dile getiriyordu. Atatürk'e göre "Dünya milletlerinin mutluluğuna çalışmak diğer bir yoldan kendi huzur ve mutluluğunu temine çalışmak demekti". Çünkü "dünyada ve dünya milletleri arasında sükûn ve iyi geçim olmazsa bir millet kendi kendisi için ne yaparsa yapsın huzurdan mahrumdu". İşte Atatürk'ün "Yurtta barış dünyada barış" ilkesinin kökleri böyle insancıl bir .düşünceden böyle insancıl bir idealden kaynaklanıyordu.
Atatürk'e göre "Milletleri idare edenlerin vazifesi hayatı mutlu kılmak hususunda milletlerine yol göstermekti. Bütün insanlığın varlığını kendi şahıslarında gören adamlar mutsuzdiı. Hayatta mutluluk ancak gelecek nesillerin şerefi varlığı ve huzuru için çalışmakla mümkündü. Natta bir devlet adamı böyle hareket ederken "Benden sonra gelecekler acaba böyle bir ruhla çalıştığımı fark edecekter mi diye bile düşünmemeliydi."

O karşılık beklemeksizin insanlığın mutluluğuna hizmet edebilecek adam yetiştirmenin en büyük zevk olduğunu söylüyor ve şöyle diyordu: "Bahçesinde çiçek yetiştiren insan bu çiçekten birşey bekler mi? Adam yetiştiren insan da çiçek yetiştirendeki hislerle hareket etmelidir. Ancak bu tarzda düşünen ve çalışan adamlardır ki memleketlerine milletlerine ve bunların geleceğine faydalı olâbilirler".
Atatürk'e göre milletler arasında düşmanlıkların yerini akrabalık bilinci almalı idi. Kıta'alar ve milletler arasında ırkçı ve şoven yaklaşımlar yerini bütün insanlığın paylaştığı bazı ortak değerlere terk etmeli idi. "İnsanları mesut edecek yegâne vasıta onları birbirine yaklaştırarak onları birbirlerine sevdirecek karşılıklı maddî ve manevî ihtiyaçlarını temine yarıyan hareket ve enerji idi. Dünya barışı içinde insanlığın gerçek mutluluğu ancak bu yüksek ideal yolcularının çoğalması ve muvaffak olmasıyla mümkün olacaktı. Dünya vatandaş(arı kıskançlık açgözlülük ve kinden uzaklaşacak şekilde eğitilmeli insanlığın bütününün refahı açlık ve baskının yerini almalıydı." Bütün milletlerin çağdaş uygarlık düzeyinde birleşmesi bu ortak uygarlığa dahil olması Atatürk'ün en samimî arzusu idi. Çünkü O insanlığın hepsini bir vücut ve her milleti bunun bir organı sayıyordu.
Atatürk'e göre insanlar arasında artık hiçbir renk din ve ırk ayırımı tanımayan bir ahenk ve işbirliği çağı açılmalı milletler bağımsızlıklarını millî niteliklerini millî kültürlerini kaybetmeksizin her türlü emperyalist görüşün dışında insanlığın ortak değerlerinde birleşmeli idi. Bu ortaklaşa değerlerin kıtaları birbirine bağlaması insanları renk ırk ve din farkı gözetmeksizin birbirine yaklaştırması lâzımdı. Çünkü insanlığın yükselmesi insanlık idealinin gerçekleşmesi bu şuurun ayakta tutulmasına bağlı idi. İşte Atatürk görüş ve düşünceleriyle bu yönüyle de insanlık tarihi önünde aşılamayacak bir büyüklüğü temsil etmektedir.
Son söz olarak diyebiliriz ki Atatürk'ün hayatı şahsiyeti ve eseri incelendiği zaman insanoğlu hayranlığını gizleyememekte; bu millî kahramanı kutlamakta bu kutsal mücadelenin önünde saygı ile eğilmektedir.