Hiç hikaye, roman CD si (kaseti) dinlediniz mi?
Evet dinledimm
Hayır hiç dinlemedim.
Küçükken dinlemişim ama hatırlamıyorum.
 
  
 
 
   
Müzik / Ülkemizde Müzik
Ahmet Adnan Saygun
Türk Beşleri'nin en popüler isimlerinden biri olan Ahmet Adnan Saygun, 7 Eylül 1907'de İzmir'de doğdu. İzmir 'de lise döneminde, müzik öğretmeninin isteği üzerine öğretmeni tarafından kurulan dört sesli koroya katıldı. Piyano eğitimine bu dönemde başlayan Saygun, ilk kompozisyon denemelerini de yine aynı dönemde oluşturmuştu. Aynı öğretmen Saygun 'daki yeteneği görmüş olacak ki, mutlaka özel piyano dersi alma konusunda Saygun'u zorlayınca Rossati adında bir öğretmenden piyano dersleri almaya başladı. Daha sonraları Macar asıllı Tevfik Bey'den de ders alan  Saygun'un geleceğe ait planlarında artık okumak yoktu. Hoş sevdiği dersler olarak matematik, edebiyat ve müziği söylense de çok başarılı bir öğrencilik geçirmediği, ancak sınıfını düzenli geçtiği de bir gerçekti. Müzik, onun kafasındaki tek gelecekti. Okulu bitirince, üniversiteye girmeyerek kendini tümüyle müziğe verdi.
Öğretmen maaşıyla ailesini zorlukla geçindirebilmeye aldırmayan baba Celal Saygun çocuklarına özel Fransızca dersi aldırmakla kalmayıp, sanki oğlu Adnan'daki bu yeteneği o zamandan sezmiş gibi 12 yaşında ilk piyanosunu da almıştı.
Saygun ilk işine 1920 yılında yani 13 yaşındayken başladı. Milli Sinemada filmlere piyano ile eşlik etmesinin yanı sıra, gişede bilet satmak, projeksiyon yönetmek gibi sinemanın diğer işlerine de bakıyordu.
1923-24 yılları arasında, liseyi bitirmiş bir genç olarak babası artık para kazanması ve mutlaka bir mesleğinin olması gerektiğini belirterek oğlunu iş aramaya zorladı.  9 ay içinde su şirketinde memurluktan, baharatçı dükkanında baharat şişeleri doldurma işlerine kadar denemediği iş kalmamış, ama hiç birinde başarılı olamamıştı. Bu iş gayretlerinin yanı sıra Hüseyin Sadettin Arel Bey'den iki ay boyunca armoni dersleri aldıktan sonra, armoni bilgisini kendi kendine ilerletmeye devam ettirirken, aynı zamanda da kontpuan çalmayı yine kendi gayretiyle öğrendi. İzmir Milli Kütüphanesi’nde kitap memurluğu yaptığı sırada kütüphanedeki yabancı kaynaklı kitaplardan yararlanarak müzik konusundaki bilgilerini çoğaltmaya gayret etti. Bu çalışmaları sırasında otuz bir ciltlik La Grance Encyclopedie’deki müzikle ilgili maddeleri Türkçe’ye çevirerek altı ciltlik büyük bir “Musiki Lugatı” meydana getirdi.
1926'da yani 19 yaşında Ankara Musiki Öğretmenlik Okulu'nda girdiği sınavı kazanarak, İzmir Erkek Lisesi'nde müzik öğretmenliğine başladı. İlk senfonisini 19 yaşında bu görev sırasında yazmaya başlayan Saygun’un batıdaki meslektaşlarının imkanları, kaynakları, eğitim şartları ile kıyaslanacak olursa, bestecilik öyküsü bir mucizeydi.
1928 yılında açılan sınavı kazanarak müzik öğrenimi görmek üzere, devlet bursuyla Paris'e gönderildi. Paris'in en ünlü müzik okulunda, dönemin çok ünlü müzik hocalarının verdikleri derslere katılma şansını elde etti. O dönemler Saygun’un en çok ilgilendiği besteciler, Bach, Beethoven ve Wagner’di.  Paris'de piyanodan sonra org çalmaya da başladı. Böylece Hıristiyan kültürünün temeli olan kilise müziğini yakından tanıma fırsatı oldu. Müziğin yanında plastik sanatlarla da ilgilenmekteydi.
1929-1930 arasında henüz öğrenciyken ilk eseri olarak kabul edilen "Divertimento" adlı orkestra yazısını yazdı.
1931'de Paris’te açılan bir kompozisyon yarışmasında kazanan birkaç eser arasında, Saygun’un çalışması olan Divertimento'da yer almış, ancak kendisi ne yazık ki o sırada Paris’te bulunabilmek için gerekli maddi imkanı olmadığı için ilk eserini dinlemek fırsatını elde edememişti. Aynı eserin 1932 yılında Varşova’daki gösterisine de aynı nedenle gitme imkanı olmamıştı. Türkiye'ye dönünce Ankara Musiki Öğretmenlik Okulu'nda kontrpuan öğretmenliğine atandı.
Yedi yaşında o küçük kalbinde, Dünya Savaşlarının bütün acılarını yaşamış ve savaş kokusunu duymuş bir çocukluk geçiren Saygun, Yunus Emre’nin “Divan” ını okuyunca;
“Benim yazılarımda baştan beri aşk motifi yatmaktadır. İnsanların birbirini sevmek yerine en büyük vahşeti yapmaları, dost ve kardeş olacaklarına birbirlerini boğazlamaya çalışmalarına karşı duyduğum dehşet, müziğime en çok yansıyan duygularımdadır.”
demekteydi. 1934 yıllarında Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nda kısa süre de olsa şeflik görevini üstlendi. O dönemde İran Şahı’nın Ankara’yı ziyareti nedeniyle Atatürk’ün isteğiyle kısa sürede ilk Türk operası olan "Özsoy" u yazdı. Özsoy adı verilen bu opera, Türk Milleti’nin doğuşunu, İran ve Türk milletlerinin kökü uzun yıllar öncesine dayanan kardeşliğini ifade etmekteydi. Böylece komşu ülke ile dostluk bağları pekiştirilirken, Cumhuriyet Türkiyesi’nin de temel değerleri tanıtılacaktı. Temsil büyük bir başarı ile gerçekleşti. Atatürk, kıvanç ve gururla “İşte gerçek müzik devrimi budur” demekteydi. Özsoy'un bu başarısı üzerine Atatürk, Saygun’dan ikinci bir opera daha bestelemesini istedi. Konu yine Atatürk’ün kendisi tarafından verilmişti ve yeni bir ulusun yaratılışı, yeni Cumhuriyet insanının doğuşu üzerineydi.  Böylece "Taşbebek"  doğdu. Saygun tarafından hazırlanan bu ilk iki Türk Operası, Atatürk'ün devrimlerinin müziğe yansımasının en somut örnekleri olarak, tarihteki yerini almıştır.
1936'da İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı'nda  öğretmenliğe atandı.
1939'da Saygun için Ankara günleri başlıyordu. Cumhuriyet Halk Partisi'nin müzik danışmanlığına ve o dönemde çok revaçta olan halkevlerinin müzik müfettişliğine getirildi.
1940 yılında  birkaç arkadaşıyla birlikte kurduğu dernekte, batı müziğinin çeşitli dönemlerine ait bir çok eserin seslendirildiği konserler düzenledi, müzik konusunda kitaplar ve broşürler yayımladı.
1938 yılında Atatürk’ün ölümüyle birlikte bestelemeye başladığı "Yunus Emre Oratoryosu" nu tamamlandığında Saygun 35 yaşındaydı. Kendi düzenlemesine göre, 26. eseriydi. İlk defa 1946 yılında Ankara’da seslendirildiğinde, Saygun 10 yıllık bir gözden düşme döneminden sonra yeniden olağanüstü bir zafer kazanıyor ve artık ünü yurt dışına da taşıyordu. Oratoryo; 1958 yılında Birleşmiş Milletlerin kuruluş yıldönümü nedeniyle New York’da, ünlü şef Leopold  Stokowski yönetiminde seslendirildikten sonra, konser’e ayıp olmasın diye, dudak bükerek gelmiş olan bazı ülkelerin temsilcilerinin, eserin bitimiyle nasıl hayranlık içinde kaldıkları; Birleşmiş Milletler’in koridorlarında Türk temsilcilerine nasıl bir başka saygı göstermeye başladıkları, nasıl başka bir gözle baktıkları görülmeye değerdi.
Hemen arkasından da Ankara Devlet Konservatuarı'nda kompozisyon öğretmenliğine atandı.
1971'de Devlet Sanatçılığı Kanunu yürürlüğe girdikten sonra ilk olarak kendisine "devlet sanatçısı" unvanı verildi.
1972 den sopnra TRT Yönetim Kurulu üyeliği, İstanbul Devlet Konservatuarı'nda (Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı) etnomüzikoloji öğretmenliği ve Uluslararası Halk Müziği Konseyi'nde yönetim kurulu üyeliği gibi görevlerde bulundu. 
1981'de  "Atatürk Sanat Armağanı"  kazandı.
1985'te kendi alanında ilk olarak kendisine "sanatçı profesör" unvanı verilmesi uygun görüldü.
1990'da ülkemizin en önemli müzik ödülü sayılan Sevda-Cenap And Müzik Vakfı Onur Ödülü Altın Madalyası ile ödüllendirildi.
6 Ocak 1991 tarihinde İstanbul’da vefat etti.


Eserleri