Yaşadığımız 20. yüzyılda dünyamız, Birinci ve ikinci Dünya Savaşı gibi iki büyük savaşa sahne olmuş; bu savaşlarda milyonlarca insan hayatını kaybetmiş, şehirler harabeye dönmüş, insanlık tarihinde acıların en büyüğü yaşanmıştır.
 
II. Dünya Savaşı, bütün dünyada büyük zararlara yol açmıştı. Ölenler yalnız asker değil, hiç suçu olmayan çocuklar, kadın ve yaşlılar da atılan bombalarla ya da yıkıntılar arasında kaçan vermişti. Birçoğu da sakat kalmıştı. Bir çok köy ve şehirde taş üstünde taş kalmamış; kimisi de haritadan tamamen silinmişti.

Bu korkunç durum karşısında, yıllardır savaşan, birbirleriyle boğuşan ülkelerin aklını başına geldi. Dünya barışım sağlayacak çareler aramaya başladılar. Savaşın büyük zararları ve kötü sonuçları, ancak milletler arasında işbirliğini ve barışı sağlamakla giderilebilirdi.
Türkiye, bu duygu ve düşünceleri çok daha önce benimsemiş, bu uğurda tek basma bağımsızlığı için savaşmıştır. Büyük Atatürk’ün daha önce bir düstur olarak belirttiği "Yurtta sulh, cihanda sulh" sözündeki amaca ulaşa bilmek için "Birleşmiş Milletler Teşkilatı" kuruldu. 26 Haziran 1945’te "Birleşmiş Milletler Anayasası, Türkiye’nin de katıldığı 51 üye devlet tarafından kabul edildi. Tüm üyelere kabul edilip onaylanan bu anayasa, 24 Ekim 1945’te yürürlüğe girdi. Bu günü her yıl 24 Ekim’de "BİRLEŞMİŞ MİLLETLER GÜNÜ" olarak kutlamaktayız.
Teşkilatın kuruluşundan ve İnsan Hakları Bildirisi’nin yayınlanmasından bu yana 45 yıl geçmiştir. Bu zaman içinde çok olumlu çalışmaları olmuştur, l. ve II. Dünya Savaşları gibi dünyayı İçine alan büyük savaşlar olmamış; 1950 yılında başlayan Kore Savaşı’nda büyük başarılar sağlanmıştır. Fakat, Birleşmiş Milletler Anayasası, İnsan Hakları Bildirisi, henüz yeteri kadar etkili olamamaktadır.